• filmekimi kapsamında izlenebilecek dennis hopperlı, lou reedli, patti smithli, milla jovovichli ortaya karışık wim wenders filmi. die toten hosen solisti campino da başroldeymiş.
  • uzun süren bir nokia reklamı
  • --- spoiler ---
    palermo'daki hayattan kaçma sahnelerinden birine, sanırım da ilkine, fon müziği olarak portishead-the rip'i yerleştirmiş film. white horses falan gayet başarılı gitmişti filmin o anına...
    --- spoiler ---
  • müzikleri son derece başarılı olan filmin öncelikle konusu çok klişe idi. mesleğinin zirvesinde bir adamın anlam arayışı içinde ölümle yüzleşmesi vb... görsel anlamda çarpıcı bazı kareler olmakla beraber, filmin karamsarlığı ve kör gözüme parmak anlatımları çok sıkıcıydı. araya bir aşk hikayesinin sıkışması, aşık olunca ana karakterin bir anda hayatının mana kazanması... dış ses anlatımları klişe ötesiydi... bir de tabii lou reed'in 1 saniye gözüktüğü halde oyuncular hanesinde yer alması da enteresandı. aynı şekilde patti smith de...
  • --- spoiler ---
    azrail'in nedense filmin baş karakterinin ana dilinde değil de ingilizce konuştuğu, şahane müziklere sahip filmdir, nokia baş rollerdedir, sponsor değil idiyse yüklü bir gönül borcu olmalıdır wenders'a, bir de gönüllere kendisinden bir adet edinme tutkusu yerleştirmeyi başaran plaubel'in. sonlara doğru seyircinin kıkırdaması amaçlanmış mıdır yoksa bu filmin gafı mıdır izleyenlere kalmıştır, seyirci her zaman haklıdır, wenders yine de büyük adamdır, müzik zevkine diyecek yoktur, konusu ne kadar bilindik de olsa bir an bile ilgiyi keybettirmeyen yönetmenin kendisini kolayca seyrettiren filmlerinin arasında başlarda yer alır. anı yaşamak, zamanı yavaşlatmak, hayata anlam katmak, ölümle yüzleşince hayatın değerini anlamak gibi klişe sayılabilecek ama yine hayatiyetinden hiç bir zaman bir şey kaybetmeyecek minik temaları olan küçük büyük filmlerden biridir, ya da tam tersi.
    --- spoiler ---
  • ölümü, yaşamı ve varoluşunu sorgulayan liseli ergenlere kamera versen işte onlar da anca bu ayar bi şey çekerdi diye düşündürten film. müzikleri dışında dişe dokunur bir tarafı yoktu. felsefe 101 bile denemeyecek düzeyde düşünce kullanımı, vasat oyunculuklar, iyi ihtimalle arabesk, kötü ihtimalle anlamsız diyaloglar... wim'i bilemem ama ben onun adına utandım.
  • müzik seçimleri şahane bir film. iron and wine, portishead, beirut, calexico derken en sona da beth gibbons sıkıştırıp şaşırtan film olmuştur. birde o fotoğraf makineleri demek istiyorum. bir filmden bunlarla mı kalır, işte filmin sorunu da tam burada başlıyor sanırım.
  • müzik seçimi miydi beni bu kadar etkileyen, halet-i ruhiyem mi sebepti, yoksa wim wenders'ın indimdeki daimi kredisi mi bilemem lakin, filmekimi'nde izleyip, pekala beğendiğim filmdir. vurun kahpeye! mentalitesini de wim wenders'tan daha iyisini bekleyen dimağların, şaşkınlık ve kızgınlık belirtileri olarak görüyor, üzülsem de kızamıyorum.fekat, hazır vizyonda izlenecek film yokken, wanders'ın yüzü suyu hürmetine bir şans tanınmalıdır yine de. ben bir kere daha izlerim misal. sonra üstüne bir paris, texas da iyi gider tabii.
  • oldukça sıkıcı bir film. konusu doğru düzgün anlaşılamayan, karakterin içine giriyoruz havası ile çok durağanlaştırılmış, ilerlemeyen filmdir kendisi. fotoğrafçı karakterimiz fin dış görünüşündeki karizmanın tam tersi, iç dünyasında ciddi bir huzursuzluk yaşamaktadır, uykusuzluk başta olmak üzere, su korkusu, ilişkilerde yaşadığı problemler ara ara izleyiciye yansıtılmış. bir trafik kazasını teğet geçmekle ya da belki geçmemekle karakterimizin yaşadığı ölüm, yaşam ikilemleri, azrail ile kovalamaca kaçışları, palermo denen yerde geçirdiği sözde huzurlu günlerini izliyoruz. filmin tek güzel yanı müziklerdi ki bence onlara da çok yüklenilmişti. hani filmin geçtiği yerler güzeldi seyretmesi çok keyifliydi gibi birşey de malesef söylenemiyor.
  • konu olarak wenders'in en meşhur filmi der hümmel über berlin'i hatırlatan film.

    --- spoiler ---

    aslında fotoğrafın anı yakalaması ve dondurması üzerine kurulmuş yaşam/ölüm diyalektiğini anlatması açısında çok başarlı buldum filmi. ingilizce shoot kelimesinin hem fotograf çekmek hem birini vurmak anlamında kullanıldıgını düsünce tabi palermo shooting ismi cok daha derin bir boyut kazanıyor. bunun dışında bence bazı rüya sahneleri de oldukça iyiydi, örneğin bir odada küçücük kalma hissini şahsen ben de çok yaşamışımdır. bunun dışında finn'in ölümle yaptığı konuşma wenders sevenler için tanıdık, ama özellikle fotoğrafa yaptığı vurguyla dikkat çekiciydi. dijital fotoğrafın özü yok ettiği görüşü mesela. filmin argümanlarını ve izleklerini beğendiğimi söylemek zorundayım. ama filmi sıkıcı ve klişe yapan sanırım filmin estetiği idi, geçekten bir reklam atmosferinde çekilmiş film, kamera hareketleri vs de çok abartılı, ışık ve renkler çok televizyonvari idi. böyle olunca da filminin güzel fikirleri ve anları silinip gidiyor tabi.
    yine de wenders'in filmin sonunda filmi antonioni ve bergman'a ithaf ettiğini okuyunca sanki bir blow up'la seventh seal'i birleştirmiş homage niyetiyle gibi hissettim.
    --- spoiler ---

    wenders'in en iyi filmi değildir elbette ama bence bazı noktaları sonradan anlaşılacak bir filmdir. bakıp göreceğiz.
hesabın var mı? giriş yap